top of page

DOĞU'DAN UZAKTA - ROMAN ANALİZ

  • Yazarın fotoğrafı: Muhammet Yasir Tüten
    Muhammet Yasir Tüten
  • 12 Nis 2021
  • 3 dakikada okunur

Amin Maalouf’un kendisini ve ülkesini anlattığı eseri olarak düşündüğümüz bu roman, hakikaten de Amin Maalouf’un niteliklerine oldukça yakın özelliklere sahip Tarihçi ve akademisyen olan, Hıristiyan Arap Adam’ın, arkadaşının ölümüyle birlikte Fransa’dan memleketine gelmesini konu ediniyor. Arkadaş diyoruz fakat ortada bahsi geçen arkadaşlık sıradan arkadaşlıklar gibi değil. Yahudi’siyle, Müslüman’ıyla, ateistiyle farklı din ve etnik guruplardan meydana gelen, herkesin birbirini sevdiği ve saydığı, imrenilesi bir arkadaş gurubu. Ve bu arkadaş gurubundan Murad adında bir tanesi yıllar sonra ölür ve cenazesi vesilesiyle eski defterlerin açılmasına ve eski dostların yeniden buluşmasına neden olur.


Söz konusu bu dostlar üniversite yıllarını birlikte geçirmişler ve içlerinden birinin yazlık evlerinde buluşup, siyasetten, dinden ve saire çeşitli konularla ilgili sohbetler ederek aralarında sıkı bir bağ kurmuşlar. Bu birbirlerine bağlı ve görüşlerine saygılı arkadaş gurubunun kaderi ülkelerinde çıkan talihsiz bir iç savaş sonucu tamamen değişir. Eser boyunca söz konusu ülkenin ismi hiç ağıza alınmaz. Ancak Akdeniz’e kıyısı olan ve farklı etnik gurupların bir arada yaşadığı ipuçlarını göz önüne aldığımızda bu ülkenin Lübnan olduğunu tahmin etmek hiç zor değil. Hepsini geçtik, sadece ana karakterin tüm özelliklerinin Amin Maalouf’la özdeşleşmesinden ve Amin Maalouf’un Lübnan’lı olmasından bile bu tahmini kolayca yapabiliriz. Zaten en başta rahat rahat “kendisini ve ülkesini anlattığı eseri” dememizin sebebi de bu benzerliktir. Kendisini anlatıyor diyoruz; çünkü yazar bu roman üzerinden ülkesini terk ettiği için kendi ülkesinin vatandaşlarına bir hesap verme zorunluluğunu hissetmiş gibi duruyor. Sanki Adam aracılığıyla ülkesine ve insanlara sitemini dile getirmek istemiş. Bir bakımdan az önceki cümlede kullandığımız “sanki” biraz fazla gibi oldu. Alenen sitem etmiş desek daha doğru olur.


Bu iç savaştan sonra Adam, Fransa’ya göç etmiş ve orada kendine akademik bir kariyer inşa etmiş. Diğerlerinin ise kimi müteahhit olmuş, kimi manastıra kapanıp keşiş olmuş, kimisi babasından kalma bir otelin başına geçmiş, kimi Amerika’da başarılı bir bilim adamı olmuş ve kimisi de iç savaşta yitip gitmiş. İçlerinden ülkesini terk etmeyen Murad’ın ölümü sonrası Adam, Murad’ın eşinin ısrarı sonucu ülkesine döner ve bir süre kalıp gitmek istemesine rağmen geçmişin hesabını kapatmak üzere birkaç gün daha kalmaya karar verir. Eski arkadaşlarını da bu cenazeyi sebep göstererek buluşmaya davet eder. Romanın geneli, Adam’ın arkadaşlarıyla kimiyle telefonla, kimiyle mail yoluyla yaptığı söyleşilerden ibaret. Söyleşiler diyoruz; ama bu daha çok karşılıklı münazaralara benziyor. Ülke ve dünya hakkında ve daha da çok Doğu’nun genel portresine bakıp, herkesin kendi açısından gördüklerini anlattığı ve yorumladığını konuşmalar bunlar. Bu konuşmalardan en çok Bilal ile Adam’ın yaptığını beğendik. Beğenmemizin sebebi ise şu; Amin Maalouf’un Hıristiyan olduğunu, Adam’ın da kendisinin bir yansıması olduğunu göz önünde bulundurarak, yazarın İslam hakkında ne denli fikir sahibi olduğunu ve bunları akla ve mantığa uyacak şekilde dile getirebildiğini gördük. Bu bir yazar için muazzam bir özellik. Zira genelde yazarlar bu tür farklı fikirleri çarpıştırdığında mutlaka bir tarafı tutar. Tuttuğu tarafın söylemleri genelde daha mantıklı olur ve karşıdakinin argümanlarını yerle bir eder. Bahsettiğimiz bölümde herhangi bir fikrin diğerine üstünlük sağladığını göremiyorsunuz. Bu açıdan en beğendiğimiz bölüm söz konusu konuşmanın geçtiği bölümdü.

Bunun dışında Adam’ın çocukluk anılarının olduğu bölüm de fikirlerin tartıştığı ve daha çok deneme niteliğinde sayılabilecek bir roman içinde öykü niteliğini kazanmış. Annesinin ve babasının vefat ettiği, zengin kadınla tanıştığı bölümü kastediyoruz elbette. Burası romanın gidişatından hoşlanmayanlar için bir teneffüs vakti gibi olmuş. Tabii roman her ne kadar münazaralarla ve aforizmalarla ilerlese de bahsettiğimiz gibi sıkacak bir roman değil.


Amin Maalouf’un son romanı olan ve Ortadoğu ile ilgili tespitler içeren, aynı zamanda Lübnan’daki iç savaşın tahribatlarını ortaya koyan, “Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza umutta yanılalım.” Gibi aforizmalarla hayat felsefenizi şekillendirecek bu roman coğrafyamızın zenginliklerini ve güzelliklerini, biraz da kötü yanlarını anlamak için kaynak niteliğinde bir eser.


“Savaş dulları için dikilmiş bir anıt gördünüz mü hiç?” -Amin Maalouf

 
 
 

Comentários


bottom of page