top of page

MARTİN EDEN - ROMAN ANALİZ

  • Yazarın fotoğrafı: Muhammet Yasir Tüten
    Muhammet Yasir Tüten
  • 4 Nis 2021
  • 4 dakikada okunur

Karamazov Kardeşler analizinde de ifade ettiğimiz gibi “Martin Eden” analizi için de kolları sıvadık. O yazımızda bu eserin otobiyografik bir eser olduğuna değinmiştik. Bu düşüncemizde kısmen haklıyız. Zira eserin Jack London’ın hayatıyla ilgili büyük ortak noktaları olmasına rağmen bazı hususlarda yazarın hayatına hiç benzememektedir. Jack Londan’ın Martin Eden’in aksine annesini ve babasını çocuk yaşta kaybetmemesi, Martin Eden bireyciyken kendisinin sosyalist olması, (Hatta kendisi bu konuda “Martin Eden öldü, ben yaşıyorum, çünkü o bireyciydi ben sosyalistim” cümlesini kurmuştur) Jack London’ın eğitim hayatına atılması ama Martin Eden’in kitaplardan ve edindiği çevreler yoluyla kendini geliştirmesi ve saire. Tüm bu farklara rağmen ortak yönleri de oldukça fazladır. Jack London’ın da kendinden 3 yaş büyük bir kıza aşık olması ve bu aşkın başarısızlıkla sonuçlanması, yazarlık yolunda çektikleri gibi. Yine de tam anlamıyla otobiyografik diyebilir miyiz bu tartışılır. Zira hayatının sadece bir bölümü ele alınmış. “Avare Günlükleri”nde belirtildiği gibi çetelere katılması, gemi mürettebatıyken yaşadıkları çok fazla yer almamış.


Roman konu bakımından Yeşil Çam filmlerinde sıkça rastladığımız “Bir zamanlar hor gördüğünüz fakir ama gururlu bir genç vardı” temasını işlemiş. Tam bu noktada “düşünsel bakımdan derinliği olan bir Amerikan Banker Bilo” benzetmesini yapma hadsizliğinde bulunacağım. Banker Bilo filmindeki gibi bir Şener Şen benzeri figür tarafından kandırılıp küçük düşürülmüyor elbette; ama aynı onun gibi burjuvanın gölgesi altında eziliyor ve kendini küçük hissediyor. Zaten karakterimizi deliler gibi çalışmaya ve hiç durmadan yazmaya yönelten motivasyon da tam olarak bu eziklik duygusu olmuş.


Martin Eden, gemi mürettebatlığı yapan, geçimini ufak kazançlar sağladığı günlük işlerle sağlayan fakir ve kimsesiz bir gençtir. Bir gün Arthur adında birini sokak serserilerinin linç girişiminden kurtarır. Zengin bir ailenin çocuğu olan Arthur, Martin’e teşekkürlerini sunmak için onu yemeğe davet eder. Bu davete icabet eden Martin misafirleri olduğu aileden oldukça etkilenir. Sanat tarihi okuyan Ruth adındaki kızlarına da aşık olur. Yalnız bu aşkta aşılması gereken engeller vardır. Ruth kendinden 4 yaş büyük olmakla birlikte Martin’den daha eğitimli biridir. Martin, usunda göklere yerleştirdiği bu aileye ve kızlarına ulaşabilmek için kendisini kitaplara adar. Ve farklı deneyimlerle dolu bir serüveni başlatmış olur.

Eserimiz oldukça olay bazlı bir roman. Martin sürekli bir eylem içerisindedir. Kah kendini kitap okumaya adar, kah çamaşırhanede çalışmaya başlar, kendisini bir anda bir dövüşün ortasında bulur ve bu şekilde sürekli bir eylem halindedir. Hal böyle olunca eser oldukça akıcı bir roman niteliği de kazanmış. Zaten Martin Eden’i Jack London’ın romandaki yansıması olarak kabul ettiğimizde bundan daha farklı bir olay örgüsü beklemek akıllıca olmaz. Jack London bilindiği üzere gençliğinde birçok farklı deneyim yaşamış bir yazardır. Bu yönünün yaşanmışlıkları arttırdığı ve realist bir yazar olması yolunda kabiliyetini arttırdığı da açıktır. Kendisini toplumdan soyutlamış, insanı ve sokağı kendi zihninin gerçeklerden oldukça aykırı betimlemeleriyle yazına döken yazarlardan farklı olarak, fakirliği ve çaresizliği birebir yaşamış ve yaşadıklarını tüm gerçekliğiyle okuruna aktarmıştır. Bu bakımdan biz okuyucular için Jack London’ın yazarlıkla zengin olan nadir insanlardan biri olmadan önce çektiği acılar bir şans olarak değerlendirilebilir. Özellikle bu romanın ortaya çıkmasında yazarın yaşadıklarının büyük rol oynadığı oldukça açıktır.


Yaşadığı maceraların heyecan vericiliği dışında okura haz veren bir diğer unsur da Martin’in düşünsel gelişimidir. Hayalini kurduğu bir üst mertebeye ulaşmaya çalışırken yaptığı okumalar ve bilgi birikimi yüksek bir toplulukla giriştiği sohbetler karakterimizin düşüncelerini değiştirmiştir. Aşık olduğu kıza ulaşmak için büyük bir hırsla giriştiği çabalar onu o hedefe her ne kadar fiziksel anlamda yaklaştırsa da zihinsel anlamda bir o kadar uzaklaşmıştır. Okuyarak elde ettiği fikirler onun burjuva kesiminin, bir anlamda elitist insanların sahip olduğu değerler erozyonunu fark etmesine neden olmuştur. Yazar olmaya çalışırken değer görmeyen yazılarının –bunda kendisinin bile beğenmedikleri dahil- ünlü bir yazar olduktan sonra dillere pelesenk olması büyük bir hayal kırıklığına uğramasına neden olmuştur. Sıradan bir vatandaşken sahip olduğu iç görü onu yükseklere çıkarırken aynı zamanda nasıl alçalttığının da farkına varmıştır. Burada şahit olduğumuz aydınlanma süreci bu kitabın klasikler arasında yer almasını sağlayan özelliklerden bir tanesidir. Sadece yazar olmak isteyenler için değil, bütün idealist gençler için de çarpıcı bir örnektir. Mutluluk gerçekten ulaşamadığımız şeylerde midir? Ya da çok yücelttiğimiz insanlar aslında gerçekten yüce birer kişilik midir? Edebi Duvar olarak bunu henüz deneyimlememiş olsak bile Jack London’ın dolayısıyla Martin Eden’in geçtiği yollardan geçen herkesin bunları yaşamış olması büyük bir ihtimaldir. Zihnimizdeki ideallerle karşılaştığımız gerçeklerin birebir uyması çok düşük bir ihtimaldir. Çoğunlukla hayattaki hiçbir şey bizim istediğimiz gibi gerçekleşmez. Bu eser de genç ve tutkulu bir delikanlı aracılığıyla bize bu önermeyi bağıra çağıra anlatıyor. Öyle ki okuyup bitirdiğimizde kafamızda yankılanan tek şey bu gerçeğin ta kendisi oluyor.


Romanda yazarın hayatıyla örtüşen unsurlardan biri de Martin Eden’in Herbert Spencer ve Kant sayesinde değişen düşünceleridir. Özellikle Spencer kitapta bol bol geçer. Yukarıda bahsi geçen “bilgi birikimi yüksek” topluluktan biri ile yaptığı sohbetlerde Spencer’ın düşüncelerine bolca yer verir. Fakat gerçeklerden farklı bir şekilde bu düşünceler karakteri sosyalizme değil bireyciliğe yöneltir. Zaten onu karşılaştığı gerçekler karşısında büyük bir yıkıma uğratan da bu bireyciliğidir. Burjuva yaşamının tüm sahteliğine ve yapmacıklığına şahit olan Martin, bir zamanlar onlardan biri olduğu sahici proleter yaşamdan ne kadar uzak olduğunu fark edip derin bir hüzne dalar. Bu hüzün onun trajik sonunu da hazırlayacaktır.

1909 yılında, dünyada tüm ülkeleri sarsacak emperyal eylemlerin başlangıcını tetikleyen o büyük felaketten biraz önce yazılan bu roman, sadece Jack London’ın flu bir yansıması olan Martin Eden ve yaşadıklarına değil, aynı zamanda ilerde “Kara Perşembe” olarak karşımıza çıkacak olan ekonomik bir selin yağmurunun nasıl çiselemeye başladığını da anlatmaktadır. Zira ayda 5-15 dolar gibi küçük bir parayla yaşayan, bu parayı karşılamak için ceketini rehineciye vermek zorunda kalan tek kişi Martin Eden değildir. Gençlik olarak nitelendirdiğimiz çağın başucu kitaplarından biri olması gereken bu eseri her gencin okuması Edebi Duvar olarak dileğimizdir.

 
 
 

Comentarios


bottom of page