RESERVOIR DOGS - FİLM ANALİZ
- Muhammet Yasir Tüten
- 8 Nis 2021
- 4 dakikada okunur

Kan, vahşet, ölüm, kan, soygun, polis, silahlar, yine kan, acı, işkence, yine kan… Filmi üç kelimeyle özetlemek gerekirse; kan, kan ve kan.
Tarrantino’nun filmlerinde yapay kan kullanmayı sevdiğini ve bol bol şiddet sahnelerine yer verdiğini biliyorduk. Hatta bunun için eleştirildiğini de; ancak daha ilk uzun metraj filminde bu kadar çok yapay kan kullanmış olacağı aklımıza gelmezdi. Öyle ki kan tutan birisi bu filmi izleyecek olsa son sahneye kadar en az 30 kere bayılırdı, belki de filmin sonunu çıkaramazdı. Bu elbette yönetmen için eksi yazan bir durum değil. Yönetmenin tarzının bu olduğunu biliyor ve kabulleniyoruz.
Öncelikle bu filmin yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olduğunu belirtelim. 1992 yılında çekmiş olduğu bu filmi yönetirken 29 yaşındaymış. Bu detayı veriyoruz çünkü bir röportajında, yönetmenlerin çoğunluğunun ilk filmlerini 30’lu yaşlarda çekmiş olduğunu belirtiyor ve kendisinin motivasyonunun 26 yaşında film çekmek olduğunu söylüyor. Her ne kadar gerçekleştirememiş olsa da biraz yaklaşmış. Ve en azından diğer idealini gerçekleştirmiş; filmlerin kendi imzasını taşıyor olması. Gerçekten de bu film Tarrantino’nun imzasını taşıyor. Tarrantino’yu tanıyan fakat bu yapımdan haberdar olmayan herhangi birisi bu filmin ona ait olduğunu anlayabilirdi. Zira Kill Bill, Soysuzlar Çetesi gibi filmlerde var olan şiddet unsurları bu filmde de yer alıyor. Sadece herhangi birinden intikam alınmamış o kadar.
Filmin giriş sahnesiyle başlayalım; bir kafede 8 kişinin bir masada sıradan sohbetleriyle başlıyoruz. Burada dikkat çeken iki şey var; birincisi kameranın oyuncuların sırtlarından çekim yapıyor olması. Doğrudan yakın plan veya bel plan yapmak yerine kişilerin yüzleri arka plan gibi kullanılmış. Burada yan masadan kulak misafiri yapan bir müşteri gibi hissetmemiz sağlanmak istenmiş olabilir. Konuyu biraz uzaktan takip ediyoruz. Daha sonra yavaş yavaş kişilerin yüzlerine odaklanmaya başlanıyor. Kendimizi sohbetin ortasında buluyoruz. Dikkat çeken diğer şey ise Tarrantino’nun canlandırdığı Bay Kahverengi karakterinin Madonna’nın şarkısı “Like a Virgin” ile ilgili teorisi. Bay Kahverengi’ye göre bu şarkı her cinsel ilişkisinde aynı acıları duyan bir kadını konu ediniyor. Madonna daha sonra Tarrantino’ya imzalı bir albüm verirken bu şarkının sadece bir aşk şarkısı olduğunu söylemiş. Hem bu sohbet hem de Bay Pembe’nin bahşiş vermemek için yaptığı savunma filmin seyirciyi yakalayabilmesi için güzel bir başlangıç olmuş. Bu sahnede karakterlere renklerle seslenilmesi de merak uyandıran bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Film, daha önce birbirini hiç görmemiş, tanımamış bir gurup adamın bir elmas soygunu için bir araya gelmesini konu ediniyor. Bu adamlar soygun esnasında ters bir durum olur ve polise yakalanırlar diye birbirleri hakkında hiç bilgi sahibi olmuyorlar. İsimlerini bile gizleyen bu profesyonel hırsızlar birbirlerine renklerle hitap ediyorlar. En nihayetinde soygun olumsuz sonuçlanıyor ve polise yakalanıyorlar. Gurup üyeleri bu durumdan dolayı bir köstebek olduğundan şüpheleniyor. Bundan sonrası da hem izleyicinin hem de guruptakilerin kimin köstebek olduğunu anlamaya çalışması ile geçiyor. Bunu da üyelerin soygun esnasında ne yaptıklarını anlatması ve sahnelenen flashbacklerle yapıyoruz.
Girişteki kafe sahnesinden hemen sonra gelen araba sahnesi izlenmesi oldukça zor bir sahne olmuş. Bay Turuncu’nun bağırsaklarından yaralanıp acıyla çığlık atması ve Bay Beyaz’ın hem araba kullanıp hem de Bay Turuncu’yu sakinleştirmeye çalışması sahneye büyük bir gerçeklik katmış. Sinemanın bir yönetmen sanatı olduğunu çokça duymuşuzdur elbet; ama bu filmde özellikle Bay Turuncu’yu canlandıran Tim Roth’un performansı çok belirleyici olmuş. Can çekişen birini oynamak kolay olmamalı. Hem acı çekiyormuş gibi yapmak hem de bunu yaparken izleyiciye bile acı çektirmek tam anlamıyla bir oyuncu mahareti. Zaten filmdeki şiddet ve kanlı sahnelerin %70’i Tim Roth etrafında gerçekleşiyor.
Kafe sahnesindekine benzer bir teknik araba sahnesinden hemen sonraki depo sahnesinde de kullanılmış. Bay Pembe depo geliyor ve soygun anında polislerin orada olduğunu ve birinin kendilerini ihbar ettiğini söylüyor. Bay Beyaz’la bu konuyu tartışmak ve sigara içmek için bir odaya gidiyorlar. Bu noktada kamera odaya giden koridorun başında bekliyor. Bay Pembe kadraj dışı kalıyor ve aralarındaki sohbeti yüzlerini bile görmeden uzaktan dinliyoruz. Bu tekniğin bir sebebi olduğu muhakkak. Biz bu sahneyi yönetmenin karakterlerle bütünleşmemizi istememesine yorduk. Zaten odanın içinden yapılan çekimlerde de alçak bir açı tercih edilmiş. Burada da çok az yakın plan kullanılmış. Bundan sonra içerde devam eden sahnede de hiç cut kullanılmamış. Kamera oyuncuları takip etmiş. Filmin çoğu sahnesinde cutlara pek başvurulmamış zaten. Bay Sarışın’ın esir aldığı polisi bagajdan çıkarırkenki bagaj açısı da Tarrantino filmlerinde sık karşılaştığımız açılardan bir tanesi. Bu da dışarıdakinin bagajdakine üstünlüğünü göstermek için yapılıyor.
Aklımızda soru işareti olarak kalan bir durum da var; Bay Sarışın’ın polisin kulağını kestiği sahneden kadrajda görülen “Tony watch your head” yazısı aklımıza takıldı. Tony kim? Başımıza neden bakıyor? En önemlisi o yazı oraya bilinçli mi yazıldı yoksa zaten orada yazılı mıydı? Tarrantino’ya sormak lazım. Böyle şeyler bilinçli yapıldığında filme müthiş bir gizem katıyor. Sadece filme değil şarkı kliplerine bile gizem katıyor. Özellikle Michael Jackson’ın “They don’t care about us” şarkısının klibinde duvara yazılan “They want to kill us” yazısının yarattığı gizem gibi.
Filmin flashbacklerle ilerlediğini söylemiştik. Aslında sadece yaşananlar değil yaşanmayanlar bile bu sahnelerde gösterilmiş. Bahsettiğimiz şey Bay Turuncu’nun -yani gurubun içindeki köstebeğimizin- soyguna dahil olması için uydurulup, ezberlediği hikayeyi Joe’ya anlattığı sahne. Bu uyduruk hikaye bile film içinde gerçekleşmiş gibi anlatılıyor. Aslında bu kısım ilk izleyişte oldukça kafa karıştırıyor. Zaten yapım için en çok eleştiri alan unsur da bu olmuş. Flashbackler sahnelenirken kimin Turuncu kimin Beyaz olduğunu ya da bu bir gurup insanın ne amaçla toplandığını ve neyi çözmeye çalıştığını anlamak biraz zor. Ancak iyi bir hikaye anlatıcısı olan Tarrantino hiç acele etmeden bütün düğümleri çözüyor.
Tarrantino’nun yönetmenliğini yapması için Tony Scott’a teklif götürdüğü ancak o kabul etmeyince yönetmenliğini kendisi üstlendiği, adının Tarrantino’nun müşterisinin Tarrantino’yu yanlış anlayıp “Hayır Rezervuar Köpekleri’ni istemiyorum” demesinden esinlenildiği ya da bu ismi Tarrantino’nun kız arkadaşının önerdiği düşünülen, ilk uzun metrajlı filmi için yüksek; ancak Hollywood standartları için düşük bir bütçe olan 1,3 milyon dolara çekilen, ABD’deki gösterimleri bir hayal kırıklığına uğrayan, İngiltere’de vizyona girdiğinde ise 6 milyon dolar hasılat yapan bu film, kan tutmayan her bireye iyi vakit geçirmesi için önerebileceğimiz bir filmdir.
Comments