ENGLİSH PATİENT - FİLM ANALİZ
- Muhammet Yasir Tüten
- 25 Ara 2020
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Mar 2021

Murat Bardakçı’nın Hürriyet gazetesindeki yazısına göre Almasy aslında bir Macar prensidir, aslına bakarsanız filmdeki Kont Almasy de çocukluğu Budapeşte’de geçmiş bi haritacı; ancak gerçek Almasy ile arada bazı belirgin farklar var. Gerçek Almasy söz konusu yazının içeriğinde belirtilene göre Avusturya- Macaristan imparatorluğu safında Birinci Dünya Savaşı’nda en çok uçak düşüren pilot olmuş. Libya’da keşif uçuşları esnasında çöle aşık olmuş. Onunla birlikte çöle aşık olan bir başka kişilerle de arkadaş olmuş. Filmde bu arkadaşlardan birinin karşılığının Madox olduğunu düşünebilirsiniz; fakat bu düşüncenizde yanılırsınız. Zira Murat Bardakçı’ya göre bu arkadaşlar Robert ve Patrick Clyton’dır. Ve aslında yanarak ölen kişi de Almasy değil Robert Clyton’dır. Almasy’nin kendisi ise dizanteriden dolayı hayatını kaybetmiştir. Clyton ve Clifton soyadlarının benzerliği rivayetin doğru olabileceğini düşündürüyor. Yine de bizim yazımızın konusu neyin doğru olup olmadığı değil. Neticede bu bir sinema filmi ve doğru söylemek gibi bir yükümlülüğü yok.
Konu edindiğimiz film gerçeğinden her ne kadar farklı da olsa 9 dalda Oscar ödülü kazanmış “The English Patient” filmidir. The English Patient, 1996 yapımı bir dönem filmidir. Micheal Ondaatje’nin aynı isimli romanından esinlenilmiştir. İkinci Dünya Savaşında geçmektedir. Yönetmeni Anthony Minghella’dır. Minghella, Could Mountain (2003) ve The Talented Mr. Ripley (1999) gibi filmlerin de yönetmenliğini yapmış. Bu filmlerde aynı başarıyı kazanıp kazanmadığını bilmiyoruz. İlerde bu konuyu da araştırıp sitemize ekleriz. Filmdeki üç ana karakteri Ralph Fiennes (Almasy), Kristin Scott Thomas (Katherine), Julia Binoche (Hana) oynamıştır. Julia Binoche’nin bu rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı'nı aldığını da belirtelim. Ve bizce bu sonuna kadar hak edilmiş bir ödül.
Almasy adında İngiliz bir harita yapımcısı uçak kazası geçirir. Vücudunun büyük bölümü bu kazada yanar. Çöl insanları tarafından çölün ortasında fark edilir ve İngiliz ordusuna teslim edilir; ancak orduyu yavaşlattıkları gerekçesiyle hastaları geride bırakma kararı alan İngiliz ordusu Almasy’i yarı yolda bırakmak zorunda kalır. Kanada’lı bir hemşire Almasy’e bakmak için gönüllü olur ve onla birlikte kalır. Onu terk edilmiş bir manastırın çan kulesine taşıyıp bir yatağa yatırırlar. Almasy’nin hafızası gidip gelmektedir. Filmin bütün olay örgüsü Kanada’lı hemşirenin Almasy'nin yanından ayırmadığı bir kitabı okuması sayesinde Almasy’nin hatırladıklarını anlatması ve flashbacklerle bu anlatılanların sahnelenmesinden ibarettir. Anlatılanlar diyoruz çünkü olaylar herhangi bir dış ses yardımıyla değil bizzat hastanın zihnindekilerin yansıması olarak düşündüğümüz görüntülerle sahnelenmektedir. Her sahneden önce bir ses, bir olay geçmişten bir anıyı anımsatır ve yumuşak sahne geçişleriyle yaşananlara şahit oluruz. Burada kurguya büyük bir iş düşmüş. Bu sahneleri birinin zihninde geçiyormuş gibi düşündürmek ve bunu hissettirmek kolay bir şey olmasa gerek.
Filmin sahnelerinde genellikle sarı renkler hakimdir. Hem çölde geçtiğinden hem de dönem filmi olduğundan dolayı sarı renk ağırlıklı renk tonları tercih edilmiş. Aslında bu durum 1996 yapımı olan bu filmi daha da eski bir yapımmış gibi gösteriyor. Bunun bir tercih olduğundan da emin değiliz. Olay çölde geçtiği için sıcak renk tonları mecburen kullanılmış da olabilir. Her ne olursa olsun filmin sonuna kadar sıcaktan terleyeceğiniz bir gerçek. Bir diğer husus kamera açıları; özellikle şu açı sık kullanılmış diyemeyiz, fakat filmin şimdideki sahnelerinde İngiliz Hasta’ya çoğunlukla yakın plan yapılmış. Yönetmenin Almasy’nin yüzündeki acıyı ve plastik makyajın ne kadar iyi olduğunu izleyiciye vurgulamak istediğini düşünüyoruz. Makyaj gerçekten de çok iyi olmuş. Saçlar seyrelmiş ve güçsüzleşmiş. Yüzdeki deriler gerilmiş ve erimiş. Almasy’nin yüzünün gerçekten yanmadığına inanmanın çok güç olduğunu söylesek abartmış sayılmayız herhalde. Ayrıca bir aşk hikayesi olmasına rağmen bu durum savaşı gölgede bırakmamış. İkinci Dünya Savaşı da ustaca sahnelenmiş. İlk dakikalarda Hana’nın arkadaşının mayın patlaması sonucu ölmesi, savaş kampının bombalanması, David Caravaggio’nun Nazi’ler tarafından esir sırasına konduğunu sahnelere dayanarak savaşın Katherine ve Almasy’nin aşkının gölgesinde kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Müziklerine de ayrı bir parantez açmak gerekiyor; her birini farklı müzisyenler bestelemiş ve genellikle aynı türe ait olsalar da Macaristan yerel şarkılarına da yer verilmiş. Aynı sahnenin farklı müziklerle montajlandığında anlamının ne kadar değiştiğini göz önünde bulundurursak ve müziğin sinema için ne kadar önemli olduğunu düşünürsek seçilen müziklerin gayet yerinde kullanıldığını söylemek zor olmaz. İçlerinden Gabriel Yared’in bestelediği bir tanesinin Youtube linkini yazının altına bırakırız.
Gel gelelim senaryoya, hikaye içinde her unsur birbirini tamamlıyor. Hollywood filmlerinde bunun çok sevildiğini biliyoruz. Mesela Ryan’ı Kurtarmak filminin ilk sahnelerindeki o mavi gözün kime ait olduğu söylenmemesine rağmen filmin sonunda o gözlerin Ryan’a ait olduğunu görmemiz gibi bu filmde de önce bir uçağın çölde uçtuğunu görüyoruz. Önde bir kadın oturuyor. Kafasını uçağın kenarına yaslamış ve uyuyor gibi duruyor. Filmin en sonunda o kadının uyumadığını fark ediyoruz. Bunun gibi ne olduğunu sahneler ilerledikçe fark ettiğimiz birçok nesne var. Bunlardan bir tanesi -nesne olarak sayılır mı bilmiyoruz- David’in kesik parmakları. Dolayısıyla senaryo için olumsuz olarak nitelendirebileceğimiz tek eleştirimiz hikayenin yeterince etkileyici olup olmadığı konusundaki soru işaretimiz olabilir. Belki birkaç ufak dokunuş bunu halledebilirdi. Örneğin; Geoffrey’nin karısının kendisini aldattığını öğrendikten sonra böyle bir intihar girişimi tasarladığı doğrudan bize gösterilmese de en azından bir ipucu verilebilirdi. Sürpriz olmasını istemiş olabilirler fakat aslında sürpriz de olmadı. Sadece anlamlandırmak biraz zor oldu (Bizim için). Karısını ölesiye sevdiğine dair birkaç gösterge de bunun için yeterli olabilirdi. Bunları eksik olarak söylemiyoruz. Burada yaptığımız zaten çok iyi olan bir film daha ne kadar iyi olabilirdi bunun üzerine beyin jimnastiği yapmak.
Biraz da detaya inelim; filmde bariz bir şekilde gösterilen oryantalist unsurlardan söz etmek istiyoruz. Bu özellikle Almasy’nin ilk kez yaralandığı sekansta kendisini gösteriyor. Çölde bedeviler tarafından yanmış bir halde bulunuyor. Bir çadıra getiriliyor. İlaçlar ve garip şarkılar eşliğinde yanıkları tedavi edilmeye başlanıyor. Burada oryantalist bulduğumuz şey bedevilerin söylediği şarkılar. Alternatif tıpı kullanıyor olmalarına bir şey demiyoruz ama bedeviler sırf bedevi diye bu kadar mistik şekilde gösterilmeli miydi? Bunun gerekli olduğundan emin değiliz. Batılı ülkeler bunu sıkça yapıyor. Bu filmde de bolca var. Yine de tüm bu oryantalist unsurlara rağmen bu film kesinlikle (absolutely) ölmeden önce izlenmesi gereken bir film.
Comments