KARAMAZOV KARDEŞLER - ROMAN ANALİZ
- Muhammet Yasir Tüten
- 25 Mar 2021
- 5 dakikada okunur

Daha önce bu yorumu yapan biri olmuş mudur bilmiyoruz; fakat biz bu kitabı olay örgüsü ve içeriğinden bağımsız olarak Jack Londan’ın Martin Eden’ine benzettik. İçeriği birbirinden farklı iki roman ancak ikisi de benzer işlevleri yerine getiriyorlar. Elbette otobiyografik unsurlardan söz ediyoruz. Bu nitelikleri bakımından birbirlerine biraz benziyorlar; ancak Dostoyevsky, Karamazov Kardeşler’de Martin Eden’den farklı olarak kendi hayatını ve kişiliğini karakterleri arasında paylaştırmış. Martin Eden’de böyle bir durum söz konusu değildi. Bir gün o kitaptan da bahsetmek dileğiyle…
Dostoyevsky’nin ölmeden 4 ay önce yazdığı yaklaşık 400 bin kelimelik dev eseridir. Bu miktar 1025 sayfa kadar bir büyüklüğe işaret ediyor. Okurken kollarınızın yorulduğu ve muhtemelen çok fazla vaktinizi alacak kocaman bir roman. Tolstoy’un evini terk ettiğinde yanına aldığı roman olarak da biliniyor. Bir aile dramı, denemelerin bulunduğu bir roman, bir cinayet romanı ve saire birçok farklı sıfata layık görülebilir. Bir fikir kitabı olarak görenler dahi var. Hiçbirinin yanlış olmayacağını belirtmekle birlikte hiçbirinin tek başına bu romanı kategorize edebileceğini düşünmüyoruz. Zaten çok fazla sayfa sayısına sahip bir eser olduğu için çok fazla konuya değinme fırsatı bulunmuş ve birden fazla dramatik olaya yer verilebilmiş.
Kitabı kısımlara ayırarak anlatmak gerekiyorsa eğer yaklaşık ilk 150 sayfasının karakterleri tanıttığını ve olayları anlayabilmek için ön bilgiler içerdiğini söylememiz zorunluluk teşkil ediyor. Burada Fyodor Pavloviç Karamazov adında bir adamın yaptığı evlilikler ve bu evliliklerden doğan çocukların akıbetiyle alakalı bir giriş yapıldığını görüyoruz. Fyodor Pavloviç, tanrı inancı taşımayan şehvet düşkünü bir soyludur. Evliliklerinden sağladığı drahomalarla epey bir servet elde etmiş ve bu şekilde de hayatını ikame ettirmektedir. İlk evliliğinden Dimitri adında bir çocuğu olur. Karısı evden kaçar ve hastalanıp ölür, çocuk ortada kalır. İkinci evliliğini ise havaleli olduğunu söylediği bir kadınla yapar. Bu evliliğinden iki çocuğu olur. İşte romanın temelini teşkil eden konu ise bu üç çocuk ve eser içerisinde çok detaylı değinilmese de Fyodor Pavloviç’in meczup bir kadından gayrimeşru çocuğu olduğu düşünülen Smerdyakov ile babaları arasında geçen ilişkiler bütünüdür. Bu çocuklardan en büyük olanı Dimitri, babasının bir kopyası gibidir. Kendi fiziksel gücüne güvenen, para ve şehvet düşkünü, tam anlamıyla hovarda diye tabir edebileceğimiz birisidir. Çoğu eleştirmene göre Dimitri karakteri (Mitya) Dostoyevsky’nin Çar tarafından idama mahkum ettirilene kadar olan yaşamını temsil etmektedir. Fazlasıyla duygusal, ihtiyatsız bir karakter olan Dimitri, yolsuzluk yaptığı ortaya çıkmasın diye borç para verdiği bir albayın kızı olan Katarina İvanovna ile nişanlıdır. Görevini bir süre bırakıp babasının yanına daha önce kendisine borç olarak ödendiği konusunda imza attığı bir sözleşme olmasına rağmen annesinden kalan ve kendisine henüz ödenmediğini düşündüğü miras payını almak için geri döner. Babasıyla birlikte aynı kadına göz koymaktadırlar. Tam da bu durum olay örgümüzün merkezinde yer alıyor.
Ortanca oğlan İvan ise tam bir akılcı olarak değerlendirebileceğimiz bir karakterdir. Babası gibi tanrı inancı taşımamaktadır. Ya da tanrıya karşı içinde büyük bir öfke barındıran birisi olarak nitelendirirsek daha doğru olabilir. Bu karakterin de Dostoyevsky’nin üniversite yıllarını ve nerdeyse tanrı inancını kaybedeceği dönemi temsil ettiği düşünülmektedir. İvan, Cesare Pavesi’nin de “Dostoyevsky romanlarında bir kadın iki erkek arasında kalır” diyerek bir tespit olarak dile getirdiği gibi Katarina İvanovna’yı abisiyle kendi arasında bırakmaktadır. Küçük Alyoşa ise tam bir Hristiyan sofu gibi yaşamaktadır. Manastırda kalan ve Staretz Zosima’nın müritliğini yapan Alyoşa’nın Dostoyevsky’nin son dönemlerini yansıttığı düşünülmektedir.
Alyoşa karakterinin gerçeğe tezahürü ile ilgili çok ilginç varsayabileceğimiz bir bilgi bulunmaktadır. Dostoyevsky’nin 3 yaşında sara nöbetinden dolayı ölen oğlunun adı da Alyoşa’dır. Kendi babası da Serfleri tarafından işlenen bir cinayete kurban giden Dostoyevsky’nin hem bir baba hem de oğul olarak yaşadığı vicdan azabının eserde yansıması olduğu söyleniyor. Alyoşa’yı oğlunun ilerde olması istediği kişilik olarak hayal etmiş olabileceği teorisini ortaya atmak istiyoruz. Alyoşa’nın ağabeyleriyle ve diğer karakterlerle gerçekleştirdiği konuşmalar da birer iç hesaplaşma işlevi görüyor olabilir. Bu konuşmaların en belirgin özelliği insan ruhun en derinliklerine kadar iniyor olmasıdır. Hayatta boşluğa düşmüş olan birçok kişinin zihninde cereyan eden sorular bu konuşmalarda karakterler tarafından birbirlerine sorulmaktadır. Bu konuşmaların en net örneği kitabın en meşhur bölümüm olan ve makalelere de konu edinilmiş Büyük Engizisyoncu bölümüdür. Bu bölüm İvan ve Alyoşa’nın bir lokantada yaptığı konuşmadan ibarettir. Söz konusu bölümde İvan, manevi yönü ağır basan Alyoşa’ya tanrının varlığını ve adaletini sorgulatmaya yönelik sorular sorar ve hikayeler anlatır. Çeviriden dolayı mı bilmiyoruz fakat eserde Büyük Engizisyoncuyu İvan kendi şiiri olarak nitelendiriyor. İsa Mesih gökten Sevilla kentine düşer ve halka belli başlı mucize gösterileri yapmaya başlar. Bunu fark eden kardinal onu zindana atar ve zindanda aralarında bazı konuşmalar geçer. Kardinal, İsa Mesih’i İncil’de geçen şeytanla yaptığı sohbeti baz alarak insanları özgür bıraktığı konusunda eleştirir. İnsanları özgür bırakmasa ve şeytanın kendisine teklif ettiği gibi taşları ekmeğe çevirse bütün bu suçların işlenmeyeceğini söyler, kendilerinin de İsa’nın insanları özgür bırakmasının sonuçlarını düzeltmeye çalışan kişiler olduklarını ifade eder. İnsanların zayıf varlıklar olduğunu ve özgürlüğü cehenneme çevirebileceklerini söyler. Kardinale göre İnsanın özgür iradesiyle topluma düzen ve eşitlik gelemez. İvan bu hikayesiyle birlikte sık sık çocuklara yapılan şiddete vurgu yapar. Günümüzde birçok ateistin de argüman olarak kullandığı “Tanrı bir çocuğa yapılan zulmü nasıl affedebilir, bu zulmü yapan kişiyi affetmek affedilebilir bir davranış mıdır?” sorularını Alyoşa’ya yöneltir. Sokak dili tabiriyle “Dünya buysa üstü kalsın” demektedir. Yetmiş sayfa kadar olan bu bölümde maneviyat ile aklın bir çatışmasına şahit oluyoruz; fakat maneviyat tüm bu sorulara ve argümanlara bir öpücükle cevap veriyor. Alyoşa abisinin vaazından sonra Rus tarzı bir öpücükle ona veda ediyor. Bu davranışıyla birlikte kazananın İvan olduğu düşünülebilir; ancak Alyoşa için argümanların ve kazanmanın hiçbir önemi yoktur. Neticede aslında kazanan da Alyoşa olacaktır.
Bundan sonra gelen ve Staretz’in ölmeden önce müritlerine anlattığı anılarından oluşan bölüm bir önceki Büyük Engizisyoncu bölümüne cevap niteliğinde gibidir. İvan’a göre ne kadar manevi olursan ol acı vardır. Staretz ise İvan’ın bu görüşlerinden habersiz manviyatın acıyı hafifleteceğine dair argümanlar sunar. Yıllar önce ölen abisinden örnekler verir. Abisi ölmeden önce mutlu ve huzurludur. Zira kalbi maneviyatla doludur. Bu kısım bir önceki kadar sert ve keskin argümanlar sunmaz. Daha çok öğüt niteliğinde cümleler yer almaktadır.
İlk 500 sayfası üç günde geçen roman, olay örgüsü geri plana atılmış gibi görünse de bu 500 sayfada yavaş yavaş, hiç acele edilmeden bir serim gerçekleştirilmektedir. Fyodor Pavloviç’in Alyoşa dışındaki üç oğlu, (bir bakımdan Alyoşa’yı da onların arasına katabiliriz) babalarına karşı nefret duymaktadırlar. Dimitri’nin öfkesi hem bir türlü alamadığı miras payı hem de bir kadın için giriştiği rekabet dolayısıyla perçinlenir. Sıklıkla babasını öldüreceğini dile getirmektedir ve bölge halkı bir gün babasını öldüreceğine dair şüphe duyar. Tüm bu fikir çatışması, olay örgüsü ikili arasındaki iletişim ya da iletişimsizlik çerçevesi içinde şekillenmektedir. Söz konusu 500 sayfa içinde babasını bir kez döver, parasını almaya çalışır. Bu cinayetin Dimitri tarafından gerçekleşeceğine dair hisler okurun içine yerleştirilir. Bu 500 sayfadan sonrası ise cinayet gerçekleştikten sonra cinayeti kimin işlediğine dair sır perdesinin aralanmasından ibarettir. Tamamen böyle olmasa bile büyük bölümü bu konuyla alakalıdır. Kitabın buradan sonrasında bizim en çok etkilendiğimiz kısım mahkeme kısmıdır. Burayı Dostoyevsky’nin yazarlık yeteneğinin anlaşılması bakımında önemli görüyoruz. Bu sahnede iki savcı bulunmaktadır. İkisi de iki farklı durumu savunur ve birbirlerinin savunmalarını çürütmeye çalışırlar. Ara sıra sanıkların ifadelerinin de yorumlandığı bu bölümde her iki savunmanın da tek yazarın beyninden çıkmış olabileceği düşüncesi insanı hayranlıkla dolu bir dehşete düşürüyor. Sırf bu sahneyi okurken yaşanacak heyecan sebebiyle bile bu roman sabırla okunur.
Comments