SE7EN - FİLM ANALİZ
- Muhammet Yasir Tüten
- 1 Nis 2021
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Nis 2021

Aslında Hristiyanlık öğretisinde bütün günahlar eşittir. Türü ne olursa olsun Tanrı’nın kanunlarına karşı gelmek kötü bir davranıştır; fakat zamanla din adamları günahları sınıflandırmış ve ortaya yedi ölümcül günah çıkmıştır. Bunlar tembellik, şehvet, kıskançlık, oburluk, açgözlülük, öfke ve kibirdir. Bahsi geçen filmimiz de bu yedi günah çerçevesinde işlenen bir cinayeti konu alıyor. Oldukça kasvetli bir atmosferi olan ve sıklıkla bulutlu veya yağmurlu bir havanın olduğunu gördüğümüz bu film izleyiciyi tedirgin ediyor, geriyor ve merak duygusunu doruklarında yaşatıyor.
1995 yapımı bu filmin başrollerini Brad Pitt ve Morgan Freeman paylaşmış. Brad Pitt şehre yeni atanmış bir dedektif olan Mills karakterini canlandırmış. Mills, Morgan Freeman’ın canlandırdığı Somerset karakteriyle zoraki bir ortaklık kurmak zorunda kalıyor. Somerset dedektiflikten emekli olup sakin bir yaşam sürmek isteyen bir emektardır. Somerset, kurbanlarını yedi ölümcül günah çerçevesinde seçen ve buna göre öldüren bir psikopatı bulması ve olayları çözmesi için emeklilik kararından vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Cinayetlerin karmaşıklığından etkilenen Somerset bu olay için sorumluluk almayı kabul eder. Böylece Mills ve Somerset ortaklığında yürütülen heyecan verici bir cinayet operasyonu başlamış olur.
Filmde dikkatimizi çeken iki unsur var; bunlardan ilki “low angle shot” denilen bir çekim tekniğinin sıklıkla kullanılması, ikincisi ise cinayetlerin cinayet anından sonra görülmesi. İlkinin tercih edilmesini izleyicilerin dedektiflerden çok şey bilmemesi gerektiğine yoruyoruz. Filmin başından itibaren dedektifler olayı çözmedikçe herhangi bir şeyden haberimiz olmuyor. Burada tıpkı bir video oyunu gibi bir hava yakalanmış. Belki karakterlerin gözüyle görmüyoruz ancak dedektiflerin yanında üçüncü bir ortakmış gibi onlar ne görürse onu görüyoruz. Cinayetleri cinayet anından sonra görmemiz de bu unsurun bir eseri. Ve birçok sahnede de cesedin nasıl göründüğü göremiyoruz. Oldukça kasvetli bir atmosferi olmasına rağmen film bize vahşeti hiç yaşatmıyor.
Dikkatimizi çeken diğer şey ise bir klişe örneği oldu. Kötü adamın ilk ortaya çıktığı anda üzerinde şapka ve palto olması “bütün kötü adamlarda fötr şapka ve palto olma zorunluluğu mu var?” sorusunu aklımıza getirdi. Bu şekilde giyinmiş ve başı önde yürüyen birinin fark edilemeyeceği ya da şüphelenilmeyeceği bir yer olduğunu sanmıyoruz. Filmin özgünlüğüne zarar vermiş olmasa bile bu durumun bir klişe olduğu aşikar. Sadece dikkatimizi çektiği için yazımızda bunu da paylaşmak istedik. Tabii ki gizemi arttırıyor. Ama herhalde günümüzde bunun dışında bir yöntem tercih edilmesi daha doğru olur.
Oyuncular da gayet başarılı oynamış. Zaten isimleri saydığımızda bunun aksinin pek mümkün olmadığını görüyoruz. Brad Pitt mesleğinin henüz başında olan birinin ihtiyatsızlığını ve toyluğunu çok iyi ortaya koymuş. Morgan Freeman ise mesleğe ömrünü vermiş biri olarak hem bu meslekten soğuyan hem de mesleğinin verdiği tecrübeyi Brad Pitt’in karakterine aktarmaya çalışan Somerset karakterini çok iyi canlandırmış. Filmin sonlarına doğru kendi ayağıyla polise teslim olan katil Doe karakterini canlandıran Keven Spacey ise jest ve mimikleriyle bir katilin soğukkanlılığını çok iyi sergilemiş. Özel bir parantezi de zorla bir fahişeyi öldürmek durumunda kalan karakter için açabiliriz. Zaten genelde bir filmi film yapan çok kısa rolleri bulunan figüranların iyi oyunculukları oluyor. Söz konusu karakteri oynayan oyuncumuz rolünün gerektirdiği korku halini müthiş vermiş. O kadar iyiydi ki filmi izlerken not almak zorunda hissettik.
Keven Spacey’nin yönetmen David Fincher’a kendi karakterinin gizli tutulmasını söylemesi de filmin gerilimini ve gizemini doruğa çıkarmış. Ünlü oyuncunun önerisiyle giriş jeneriği ve afiş de dahil olmak üzere hiçbir yerde John Doe karakterine yer verilmemiş. Bu önerinin filmin başarısını etkilediği oldukça açık. Filmin sadece sonuna doğru kendisini gösteren John Doe, merakı arttırmış ve son dakikalarda izleyicinin kalp atışlarının hızlanmasına sebep olmuş. En azından biz izlerken çok heyecanlandık.
Gelelim filmin cast seçiminde neler yaşandığına; Mills karakteri için ilk önce Slyvester Stallone ve Denzel Washington’a teklif götürülmüş ancak ikisi de reddetmiş. Senarist Andrew Kevin Walker, Somerset karakterini yazarken ise William Hurt’ü hayal etmiş. Seri katil rolü ise Val Kimmer tarafından reddedilmiş. Bu bilgilerle anlayacağınız filmin karakter seçimi için de en az film kadar mesai harcanmış.
Film adına diğer tuhaf bilgilerden biri ise filmin başında görünen cesedin senarist Andrew Kevin Walker’ın ta kendisi olması. Bu rolü kendisinin üstlenmesi gerektiğini düşünmüş. Çok da iyi oynamış. Nerdeyse bir ölü kadar kıpırdamadan duruyor. Bu 30 saniyelik sahne için senariste tam 10 saat makyaj yapılmış. Ayrıca Victor karakteri içinse oyuncu 44 kiloya kadar düşmüş ve makyajı da 14 saat sürmüş. Makyaj ekibinin bir film için ne kadar önemli olduğunu buradan bir kere daha anlamış olduk.
Filmde çok kısa sahneyle yer alan katilin evi ise ne denli detaylı çalışıldığının bir diğer örneğidir. Katilin evinin pencereleri siyaha boyanmış ve içeride loş bir ışık kullanılmış. Burada şehrin ortasında bir mağara simgesi ortaya konmak istenmiş. Karakterin evindeki el yazma kitaplar ise gerçekten el ile yazılmış ve bu iş için tam 15 bin dolar harcanmış. Buna gerek var mıydı emin değiliz; fakat bu çaba takdiri hak ediyor.
Senaristin konusunu New York şehrinden esinlendiğini söylediği bu yapım gerilim ve merak duygularını doruğa çıkarmak isteyen ve film bittiğinde tatmin olmuş bir şekilde bilgisayarını kapatmak isteyen izleyiciler için iyi bir seçim. Zaten IMDB puanıyla da bu açıdan başarılı olduğunu gösteriyor.
Comments