THE BEATS OF NO NATİON - FİLM ANALİZ
- Muhammet Yasir Tüten
- 23 Ara 2020
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Oca 2021

"Çocuk asker" kavramı toplumumuza çok da uzak bir kavram değil. "Hey On Beş'li" gibi ağıtlarda ve tarihsel kaynaklarda bazı savaşlara on sekiz yaş altı askerlerle katıldığımız bilinen bir gerçek. Özellikle sosyal medyada sık sık karşılaştığımız "asker uğurlama töreni"ne ait bir görselde asker ihtiyacından dolayı askerlerin yaşlarının bazı durumlarda bir hayli düştüğünü de biliyoruz. Her ne kadar bu durumdan haberdar olsak da çocuk askerlerle ilgili bildiklerimiz sınırlı. Savaşlar yetişkinlerin bile ruhsal yapılarını olumsuz yönde etkilerken ruhsal yapısı henüz olgunlaşmamış olan çocukları nasıl etkileyebileceği pek de idrak edebileceğimiz bir durum değil. Zaten bu yazıda ele alacağımız film, bu travmatik durumun bunu yaşayan çocuklar tarafından bile dile getirilememesini konu edinmiş.
Amerika'lı yönetmen Cary Joji Fukunaga'nın yazıp, yönettiği 2015 yapımı bu film, girizgahta da bahsettiğimiz gibi çocuk yaşta savaşmak zorunda kalan Agu'nun hikayesini anlatıyor. Agu, tampon bölgede ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte mutlu bir şekilde yaşamını sürdüren bir çocuktur. Bir anda ülkesinde patlak veren savaş bulunduğu bölgeye de sıçrar. Hükümete ait askeri birlikler bölgeye giriş yapar. İsyancı olduklarını düşündükleri insanları toplayıp kurşuna dizmeye başlayan bu askeri birlikler Agu'yla birlikte abisi ve babasını da ele geçirir. Kurşuna dizilmekten son anda kurtulan Agu'nun abisi ve babası öldürülür. Afrika’nın geniş yağmur ormanlarına kaçan Agu, bu ormanda saklanırken isyancılar tarafından fark edilir ve onların yanında savaşması için alıkonulur. Asıl olaylar da işte burada başlar.
Aslında her sinema filmi gibi bu filmi de kamera açıları, sinematografisi ve oyunculuklarıyla birlikte değerlendirmek isterdik; ancak bu filmi insan psikolojisi bakımından değerlendirmek daha doğru olur. Yine de adetin yerini bulması açısından bu yönden filmi biraz irdeleyelim; çoğunlukla geniş plan kullanılmış. Savaşın yaşandığı coğrafyaya dikkat çekilmek istendiği ilk sahneden itibaren kullanılan bu geniş planlarla birlikte oldukça belli oluyor. Filmde çok az diyalog yer alıyor. Bu yer alan diyaloglar ise genel itibariyle kumandanın çocuklara verdiği emirler veya esir düşen insanların yardım çığlığı ve yakarışı şeklinde. Yani anlaşılacağı üzere film, bazı şeyleri susarak ve sadece göstererek anlatmak istemiş.
Oyunculuklara gelirsek; özellikle Agu’yu oynayan Abraham Attah, hemen hemen kusursuz bir performans sergilemiş desek çok da subjektif bir yorum yapmış sayılmayız. Kumandan’ı oynayan İdris Elba’nın ise nasıl bir oyuncu olduğu zaten her sinemasever tarafından bilinmektedir. Yardımcı oyuncular da görevlerini yerine çok iyi getirince ortaya gerçekliğe çok yakın bir iş çıkmış.
İlk sahnelerde Afrika’da “normal” yaşamın nasıl seyrettiğini ve sosyal yaşama dair ufacık da olsa bilgiler görüyoruz. Çocukların tüm fakirliklerine rağmen nasıl mutlu olduklarını, aile bağlarının ne kadar kuvvetli olduğunu vs. Ama filmi asıl değerlendirmemiz gereken bağlam insan psikolojisidir. Bazı insanların yaşam deneyimleri onların idrak mekanizmalarının anlamlandırmayacağı kadar şiddetlidir. Bu gibi durumlara “travmatik yaşam deneyimleri” denmiştir. Her insan bu tip olaylar veya olgularla karşı karşıya geldiğinde farklı reaksiyonlar gösterir. Kimisi hayatı boyunca korku ve kaygıyla yaşamak zorunda kalır, kimisi uyku bozukluları çeker, kimisi yeme içme bozukluğu yaşar. Bütün bunlar kişiden kişiye göre değişir. Bu travmatik olaylar savaş, deprem veya bir yakını aniden kaybetmek olabilir. Bu filmde değinilen husus asker çocukların yaşadıkları olaylar karşısında susmasıdır. Yani “travmatik sessizliktir”. Yaşanılan olaylar o derece şiddetlidir ki kurban bu olayları anlamlandırmakta ve tanımlamakta zorlanır ve susmayı tercih eder. Agu’nun ve arkadaşlarının yaşadığı ve gösterdiği reaksiyon tam olarak budur. Agu, abisinin ölümüne şahit olduğunda susar, ilk kez adam öldürdüğünde susar, bir kadın öldürdüğünde susar, kumandan tarafından tecavüze uğradığında susar. Agu tüm bu travmatik deneyimlerin sonucunda hep susar. Çoğunda gözlerinden yaş bile süzülmez. Filmin sonunda askerlere teslim olup yetiştirme yurduna verildiğinde filmin anlatmak istediğine vurgu yapılan çarpıcı bir sahne yer alır; bu sahnede Agu, yetiştirme yurdunda bir kadın tarafından yaşadıklarını anlatmaya zorlanır. Agu’nun iç sesiyle duyduğumuz cümlelerinde yaşadıklarının ifade edilemeyecek kadar kötü olduğunu ve bunları eğer kadına söylerse kendisini bir şeytan olarak görebileceğini duyarız. En nihayetinde burada da sadece susmayı tercih eder.
Masumluğu simgeleyen çocukluk ve katillik kavramlarını birbiriyle çatıştıran ve çocuk askerlerin psikolojisine değinen bu film pek keyifle olmasa da izlendiğinde tatmin edebilen bir yapım. On üç sinema eleştirmenin onu tarafından beğenilen bu film -günümüz dünyasında 300 bine yakın çocuk asker bulunduğunu da göz önüne alırsak- gerçekleri anlatması bakımından kesinlikle izlenmeye değer.
Comments